Et Lokantalarım


Konyalı Lokantası
Konyalı Lokantası, Kanyon 'un açılmasından beri sık sık önünden geçtiğim, masalarında oturan şık giyimli hanımlar ve beyleri hayranlıkla seyrettiğim, mutlaka ziyaret edeceğim konusunda her seferinde kendime söz verdiğim halde beş yıldır bir türlü yemeklerinin tadına bakamadığım bir lokanta olarak hafızama nakşolmuş.







Mabeyin Restaurant
Mabeyin Restaurant’ı, Altunizade Köprüsü’nün hemen yakınlarına konuşlanmış, hem Anadolu, hem Avrupa yakasından gelenler için kolaylıkla ulaşılabilecek, gerek asırlık binası, gerekse de yemekleri ile size keyif yaşatabilecek bir lokanta olarak tanımlayabilirim.




Nusr-et Steakhouse
İstanbul'da adam gibi et yemek, ağzınızın sularını akıta akıta, kendinizden geçe geçe, damağınızda dağılan enfes etlerin keyfine dala dala bayram etmek istiyorsanız gidebileceğiniz bir numaralı adres Nusr-Et Steakhouse'dur. Hiç zahmete girmeye, araştırmaya, eşe dosta sormaya, kitapları dergileri karıştırmaya, yeme içme bloglarında sürünmeye, gurmelerin yazılarını okumaya, boş yere zaman kaybetmeye gerek yok. Türkiye'de daha iyisini, lezzetlisini, özenlisini görmedim. Bu lokanta tek kelimeyle mükemmel!


Asitane Restaurant
İnsan bazen efsaneleri izlemeli, hurafelere kanmalı, söylencelere kapılmalı ve batıl inanç kabul edilen bazı düşüncelere kendini rahatlıkla bırakabilmeli. Akılcı, kontrollü ve riskten kaçarak yaşamayı adet edinmeyi pek seven şehir insanının bunu arada sırada yapması, kendini rahatlatması gerekiyor sevgili dostlar. Nereden nereye kaç saatte gideceğinizi, günün hangi saatinde ne yemek yiyeceğinizi, hangi toplantıyı yapacağınızı, kimlerle konuşup ne tür "networking" aktivitelerine girişeceğinizi bir kenara bırakın zaman zaman. Size yıllardır söylenen, "İstanbul'un bir ucunda bir lokanta var, daha önce gittiğiniz hiçbir yere benzemiyor, yemekler eski Osmanlı geleneklerine göre yapılıyor, hatta menüsünde bu yemeklerin tariflerinin ilk kayda geçme tarihleri bile var." cümlelerine kulak verin. 

Kaşıbeyaz Et Restoranı
Seksenli senelerin ikinci yarısında yaptığımız yolculuklara damgasını vuran lokanta ise, Kaşıbeyaz'dı aslında. Buraya defalarca gittiğimizi, her seferinde büyük bir mutlulukla ayrıldığımızı hatırlıyorum. 1974'te Aksaray'da açılmış, sonradan, 1987'de Florya'ya gelmiş olan Kaşıbeyaz, uzun zamandır yazmak istediğim, fakat nedense elimin bir türlü gitmediği bir lokantadır. Bugüne kısmetmiş...Kaşıbeyaz'ı anlatırken karışık duygular içinde olduğumu belirtmem gerekiyor sevgili dostlar. Bir lokantayı yazarken, özellikle bundan önceki yazdıklarımı okuduysanız bilirsiniz, sadece yemekleri değil, servisi, fiyatları, dekorasyonu, ya da bende bıraktığı izlenimleri de anlatmaya çabalarım. Mekanları bir bütün olarak ele alır, bendeki kişisel öyküleri ile vermeye çalışırım. Dolaysıyla zaman zaman, yemeklerini çok beğendiğim bazı mekanlar için farklı yorumlarım olabilir. Sanırım Kaşıbeyaz da böyle bir yazının konusu olacak.

 Hükümdar Sofrası
Lafı uzatmayalım. Ataşehir'e yolunuz düşerse ve eğer canınız dolu dolu et yemek istiyorsa ve eğer eti kendiniz pişirmek size zevk veren bir durumsa ve tabii ki, yanında güzel mezeler yemek ve buz gibi rakı hüpletmek de ajandanızda varsa, size bir sır vereyim.: "Hükümdar Sofrası" adlı lokanta tam olarak sizin gitmeniz gereken bir yer.
Batı Ataşehir bölgesinde, Palladium AVM'sini bulduğunuz anda Hükümdar Sofrası'nı da bulmuşsunuz demektir. Batı Ataşehir'den geliyorsanız, Palladium'un önündeki göbekten sağa sapın, birazcık ilerleyin, sağ kolda mekanın girişini göreceksiniz.
Bendeniz her masada mini ocakbaşılar olan mekanların yabancısıydım buraya gelene dek. Bunu da belirtmem gerekiyor. Lakin nice zamandır istediğim bir şeydi böyle bir lokantada bulunmak. Arkadaşlardan, eş dosttan ve basında takip ettiklerimden bildiğim kadarıyla kentimizde bu tarz işletmeler hızla artmaktaymış ve seveni de hayli bolmuş. Ben de bu anlamda ilk deneyimimi Hükümdar Sofrası yaşadım.

Ben köftenin orta yağlı, ekmeği az, baharatı kararında, ağızda insana bir miktar mukavemet eden, yine de ama, sizinle çok da savaşmadan teslim olup damağınıza sıvanan cinsini severim sevgili okurlar. Çocukken rahmetli babam beni elimden tutmuş, şimdi tam lokasyonunu anımsayamadağım, ama Şişli-Osmanbey çevresinde olduğunu hayal ettiğim Çiftnal'a götürmüştür. Kutsal bir gün olarak belleğine işlenmiş o güne dek ev köftelerinin ağızda dağılan, az yağlı dana ve kuzu eti karışımından çekilmiş kıymalarla yapılmış, soğanı sarmısağı kıt doğasına aşina olan kulunuz, Çiftnal'ın bazı fanilerin bünyelerine "kayış gibi" gelebilecek çoşkulu köftelerini görünce şaşkınlıktan bir süre konuşamamıştır. Adeta nutku tutulmuştur.Çiftnal seyahatlerinin hafif çapta bir aile geleneğine dönüşmesi, Alp Artam'ın kişisel tarihçesine bu şekilde yerleşmiştir işte. Sonraları, lokanta Fulya'dan yukarı tırmanan yokuşun başındaki nam-ı diğer "Süslü Karakol" binasına taşındığında da bu gelenek sürmüş, köfte yolculuğu devam etmiştir. Ben -itiraf ediyorum- hayatım boyunca, her gittiğim köftecide Çiftnal köftesinin tadını aradım seneler boyunca. Isırdığınızda hemen pes etmeyen, biraz huysuz mizaçlı, yağlı, ama yağları şıpır şıpır tabağa dökülmeyen bu köftenin peşinde koştum hep. Zaman zaman buna yaklaştığımı düşündüğüm anlar oldu.

Tatar Salim
Bendeniz klasik anlamda milliyetçi bir kişi sayılmam; insanların bu tarz fikirler uğruna çatışmasını aklım almamıştır hiçbir zaman. Bu özelliğimi, "Lokantalarım"ın sayfalarında çiziktirdiklerimi dikkatli okuyanlar, satır aralarındaki bazı ipuçlarını görmeye ilgi duyanlar gayet iyi bilir. Fakat nedendir bilinmez, bir şekilde söz döner meselesine geldiğinde, bu güzide yemeğin "Türk" kökenli olduğu iddia etmek gelir içimden. Bu -adı üzerinde- bir iddiadır doğal olarak; aslında elle tutulur, dişe dokunur bir temeli de yoktur, kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Sadece içimden gelen kuvvetli bir histir. Sanırım yurtdışında dolanırken önünden geçtiğim Ortadoğu ya da Yunan lokantalarında "Donner" yazması sinirime dokunduğu için ayırdına vardım bu durumun, pek emin değilim. Yaşadığım memlekette bu meretin hası pişirilir ve her gün tonlarca tüketilir, diye bağırıp çağırmak geçer "Donner" yazan yerleri gördüğümde içimden. Bu duygunun sebebini hiçbir zaman kendime de açıklayamamışımdır sevgili dostlar, lakin bildiğim bir şey varsa, döner denen muazzam lezzeti çok sevdiğimdir.


Nusret N Burger
İdeal döneri arayan bir adamın ideal burgeri arıyor olması da tuhaf karşılanmaması gereken bir mesele. 2012 senesinde "Hamburger ile ilişkim hakkında" diye çiziktirdiğim yazıda dilimin döndüğünce anlatmaya çabalamıştım bunu. Amerikan kültürünün dürtüklediği yemeklere ve her türlü gıdaya protesto mantığı ile yaklaşan tiplerden değilim. Öte yandan Amerikalılar'ın kötü beslendiğini, koskoca bir halkın yeme alışkanlıkları yüzünden süratle obezleştiğini ve bunun sonunun felaket olduğunu sağır sultan kadar ben de biliyorum. Lakin bu memleket menşeli enfes burgerler ve onların etrafında yaratılan ekosistemin benim lezzet kriterlerime uyduğunu da açık ve net ifade etmek isterim. Kendi günlük hayatımda fast food mantığıyla servis edilen hamburgerlerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırken, lezzeti farklı, özenli, ağır ağır yenebilecek türden burgerleri gördüm mü, bir masaya çöküp yemekten kendimi alamıyorum. İkisini ayırt etmenin çok da atla deve bir problem olmadığını söylemeliyim bu noktada. 

Dönerci Celal Usta
Gözlerini sıkı sıkı kapatmalısın...Ne görüyorsun gözkapaklarının lacivert dehlizlerinde? İncecik kesilmiş, dilim dilim, lavaşlara gark olmuş, sessiz- sakin bir güç dansediyor: DÖNER! Neden? Bilemiyorsun sebebini. Rüyalarını iki tema süslüyor bir süredir: 1-Kendini Kızıltoprak'ta sakin sakin araba sürerken görüyorsun gecenin bir saatinde. Birden, dehşetle arabanın farlarının çalışmadığını fark ediyorsun. Sonra anlıyorsun ki, arabanın motoru da çalışmıyor. Ardından görüyorsun ki, sadece seninki değil çevredeki hiçbir arabanın motoru çalışmıyor. İnsanların hayret dolu sesleri yankılanıyor sokaklarda. Hiçbir elektronik cihaz çalışmıyor aslında. Hiç beklemediğin bir anda, büyük bir sıcak dalgası hissediyorsun yüzünde ve bedeninde. Anlıyorsun! Nedenini hiçbir şekilde kavrayamadığın bir senaryo içinde debeleniyorsun. Atom bombası atıldığını, önce makinaların bozulduğunu, ardından bir sıcak dalgası geldiğini düşünüyorsun. Az sonra kızaracaksın. Kim yapmış olabilir bu saçmalığı? Kim bu kadar aptal olabilir? Hep bu noktada uyanıyorsun. 2- Döner yiyorsun sürekli tekrarlanan rüyalarında. Rüyanda içini kaplayan lezzet duygusunun gerçek hayatta hissetiğinle birebir aynı olması ürkütücü. Her şey beyinde cereyan ediyor. Genelde her atom bombası rüyasının ertesi günü, bir de döner rüyası süslüyor hayal dünyanı ve örümcekler bağlamış bilinçaltını. Acaba (kendi iç) dünyanın yok olmasına dair duyduğun derin endişe, bir daha döner yiyemeyeceğine yönelik korkularınla mı örtüşüyor sinsice?