1 Şubat 2012 Çarşamba

Arjantin Candır -2

Bir gün sonrası. Kar daha beter yağıyor şimdi. Sokakların üzerini sadık bir dost gibi kaplayan, bu kez kimseye geçit vermeyecekmiş gibi duran beyaz örtü daha bir kalın düne göre. Ataşehir sokaklarında vahim bir ertesi günün sinsice yaklaştığının habercisi bir tenhalık kol geziyor. Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin sesini duymak için bir an pencereyi açıyorsun. Soğuk.

Sanki karın artmasıyla birlikte, yazma gücün ve arzun da artıyor, sesler daha berrak, görüntüler daha net şimdi. İlk başlarda özensiz kelimelerden kurduğun kişisel coğrafyan daha mümbit hale geliyor. Belki de az önce okuduğun Anais Nin güncesinin etkisi devam etmekte ruhunda. Bilmiyorsun. Bilmek de istemiyorsun açıkçası. 

Belleğine nakşolan Arjantin'i yazmak istiyorsun. Bunu bir solukta, "solukta" derken lafın gelişi, aslında nefes almadan, gözünü açıp kapayana kadar, hemen yazıvermek, bitirmek ve yayınlamak istiyorsun. Tek, uzun, dolambaçlı, eğrilip bükülen, dallanıp budaklanan, belki bilinç akışı yöntemiyle, belki şiir gibi devasa bir cümle kurmak, o cümlede koskoca bir yolculuğun tatlarını tasvir etmek istiyorsun. Eğer bunu yapmaya muktedir olsaydın sevgili dostum, emin ol, burada bunları yazmaktan ziyade başka bir defterin sayfalarını dolduruyor olurdun.

Arjantin. Oradasın her nasılsa. Bir gün en kuzeyindesin, İguazu denen şelaler bölgesinde. Garganta del Diablo'nun ihtişamı karşısında konuşmakta zorlanıyorsun. "Şeytanın Gırtlağı". Başka bir gün geliyor, belki bin kilometre uzakta, Patagonya'nın El Calatafe bölgesinde, yeryüzünün en büyük buzullarından birine bakıyorsun. Tanrıya yakın olunan bir  zaman parçası. Ardından bir gün geliyor, Fin del Mondo - Dünyanın Sonu, dedikleri Ushuaia'dan bir penguen adasına gidiyorsun. Penguenlerin tek eşli olması, az önce okuduğun Anais Nin'in görüşleriyle taban tabana zıt olmalı.

Kafan karışık, kendini El Calafate'de La Tablita adlı lokantada buluyorsun. Ortaya getirilen karışık etin içinde hem Bife de Lomo, hem de Bife de Chorizo var. Chorizo, herkesin daha çok hoşuna giden bir et olmaya devam ediyor seyahat boyunca. Bu lokanta tüm Arjantin seyahati boyunca, gittiğiniz en iyi mekanlardan birisi. Yer bulmak son derece zor. Andeluna Reserva marka Malbecler arka arkaya geliyor sofraya. Alttan ısıtmalı bir düzeneğin üzerinde cızır cızır pişiyor etler hafiften. Kafalar dumanlanmış, hava soğuk. El Calafate'nin göbeğinde bir kahve molası için yürürken, gecenin karanlığında, grupça "Patagonya Akşamları" türünden anlamsız bir şarkı söylüyorsunuz.



Görüntü değişiyor. Bu kez dünyanın sonunda, Ushuaia'da yerel halkın takıldığı Chico isimli salaş bir Şili lokantasında buluyorsun kendini. İçerisi puslu bir görüntü ile canlanıyor imgeleminde. Türkiye'de yazlık beldelerde rastlanan türden bir dekorasyon hakim. İkinci sınıf ama yerel tüm özellikleri taşıyan. Dekorasyonun en nadide parçası, belki de duvarda gördüğün Şili Cumhurbaşkanı'nın fotoğrafı olmalı. Gülümsüyorsun. Ama yemekler gelmeye başlayınca her şey önemini kaybediyor. King Crab, karides güveç, kalamar bomba gibi düşüyor masaya. Her birinin, her bir lokmasını unutmamaya çalışarak yiyorsun. Yaşamın boyunca bir daha buraya gelemeyeceğini, bu lokantaya uğrayamayacağını, bu yemekleri yiyemeyeceğini bilerek çiğniyorsun lokmaları. Esas sürpriz yemeğin eşlikçisi biralar. Beagle Channel'de olduğunu için "Beagle" marka biralar getiriyorlar. Önce bir sarışın, ardından bir kızıl, en nihayetinde bir de esmer içiyorsun. Bunu itiraf etmen tuhaf ama, işte Chico isimli bir Şili lokantasında, dünyanın sonunda, hayatında içtiğin en güzel biraları indiriyorsun mideye.



Yeniden Buenos Aires'tesin. Görüntüler karışık. Yorgunluğun arttıkça, ziyaret ettiğin lokantaların da izleri belleğinde birbirine karışıyor. Yuvarlak bir masada kalabalık bir topluluksunuz. Palermo Hollywood taraflarında La Trapiche adlı lokantada yemeğin ve şarabın tadını çıkartıyorsun. Zaman dursun istiyorsun. Dursun ve seni, yediğin şu biftek ile başbaşa bıraksın. Dünyanın harikalarından birini mideye indirdiğini düşünüyorsun. Bu sana hem inanılmaz bir iktidar duygusu, ama aynı zamanda da bir suçluluk hissi veriyor. Keşke o biftek hep öyle kalabilse. Aynı lezzette, bozulmadan ve sımsıcak. Tangonun mucidi Carlos Gardel ile aynı adı taşayan tango salonuna doğru yola çıkıyorsunuz.

Başka bir lokanta...Anıları ayrıştırırken hata yapmaktan korkuyorsun. Dikkatli olmalısın. Hepsi değerli ve yerlerine oturmalılar. Bu kez yine Palermo Hollywood bölgesindeki La Dorita adlı lokanta. Masa çok geniş. Ekvadorlu, Arjantinli, Alman ve Türklerden oluşan bir masadasın. Farklı etler geliyor masaya. Kendinden geçerek yediğin etin hayvanın ter bezi olduğunu öğrenince daha da coşuyorsun. (Bourdain'likten uzaklaşmışken bir adım yaklaşıyorsun şimdi). Yine damakta zengin, sürprizli, kırmızı orman meyvelerini çağrıştıran gövdeli Malbec'ler var masada. Senetiner olmalı ismi. Şarap bölgesi Mendoza'dan. Mutluluktan ağlamak istiyorsun.


Eve döndüğünde hayatın boyunca verdiğin en doğru kararlardan birinin Arjantin'e gitmek olduğunu düşünüyorsun. Bu anıyı belleğinin karanlık dehlizlerinde daima yaşatmaya karar veriyorsun.

Sabaha karşı bir yerlerdesin. 

Hayata dönüş...Kar devam ediyor. Yaşam da öyle. Aklına gelen son kelimeleri yazıyorsun:

Arjantin Candır !

01.02.2012 Ataşehir