28 Şubat 2014 Cuma

Dönerci Celal Usta

Gözlerini sıkı sıkı kapatmalısın...Ne görüyorsun gözkapaklarının lacivert dehlizlerinde? İncecik kesilmiş, dilim dilim, lavaşlara gark olmuş, sessiz- sakin bir güç dansediyor: DÖNER! Neden? Bilemiyorsun sebebini. Rüyalarını iki tema süslüyor bir süredir: 1-Kendini Kızıltoprak'ta sakin sakin araba sürerken görüyorsun gecenin bir saatinde. Birden, dehşetle arabanın farlarının çalışmadığını fark ediyorsun. Sonra anlıyorsun ki, arabanın motoru da çalışmıyor. Ardından görüyorsun ki, sadece seninki değil çevredeki hiçbir arabanın motoru çalışmıyor. İnsanların hayret dolu sesleri yankılanıyor sokaklarda. Hiçbir elektronik cihaz çalışmıyor aslında. Hiç beklemediğin bir anda, büyük bir sıcak dalgası hissediyorsun yüzünde ve bedeninde. Anlıyorsun! Nedenini hiçbir şekilde kavrayamadığın bir senaryo içinde debeleniyorsun. Atom bombası atıldığını, önce makinaların bozulduğunu, ardından bir sıcak dalgası geldiğini düşünüyorsun. Az sonra kızaracaksın. Kim yapmış olabilir bu saçmalığı? Kim bu kadar aptal olabilir? Hep bu noktada uyanıyorsun. 2- Döner yiyorsun sürekli tekrarlanan rüyalarında. Rüyanda içini kaplayan lezzet duygusunun gerçek hayatta hissetiğinle birebir aynı olması ürkütücü. Her şey beyinde cereyan ediyor. Genelde her atom bombası rüyasının ertesi günü, bir de döner rüyası süslüyor hayal dünyanı ve örümcekler bağlamış bilinçaltını. Acaba (kendi iç) dünyanın yok olmasına dair duyduğun derin endişe, bir daha döner yiyemeyeceğine yönelik korkularınla mı örtüşüyor sinsice?

X-Men serisinde bir karakter vardır. Momentumu aldı mı duvarları yıka yıka ilerler; kimse tarafından durdurulamaz. Son bir aydır döner yeme alışkanlıkların işte aynen bu kahramananın yaşam tarzına doğru evriliyor. Momentumu almış bir şekilde bir dönerciden ötekine ilerliyorsun. Hepsinin tadına bakmalı, hepsini tüketmeli, her gittiğin dükkanı üç beş satır da olsa, kırık dökük Türkçenle yazmasılın. Seni durdurmaya gücü yetebilecek iki senaryo mevcut: 1-Tüm dönercileri dolaşmış olmak 2-Ölümcül bir hastalığa yakalanıp bir daha döner yiyemeyecek olmak. (Hastalığın adı "Donerius" olabilir)

Bu kafayla giriyorsun Dönerci Celal Usta'nın kapısından içeri. Rastignac misali, keşfedilecek yeni dünyaları ele geçirmeye kararlısın. Sir Francis Drake'i andıran bir korsan tavrın da var ama. Yeni dünyada keşfettiğin her şeyin, majestelerinin izniyle kendi kontrolünde olmasını arzu ediyorsun. Sömürmek, kullanıp atmak, hayal kurmak, yüceltmek için ordasın. Ama bildiğin önemli bir ayrıntı da var: Hayat izafiyetten ibarettir. Edebiyat faresi bir zat bunu şöyle ifade edecektir şüphesiz: "Binbir Gece Masalları'nı tek başına okumak manasızdır mirim; sen Canterbury Tales ve Deccameron'u hatmetmeden bu üç eserin hiçbirini tam anlayamazsın..."

Hülasa-i kelam, karşılaştırmalı bir döner girdabının tam ortasında buluyorsun kendini. Tatar Salim'in "eli yüzü düzgün" mekan avantajını burada da görüyorsun. Kırık dökük, eprimiş bir lokanta değil, adam gibi bir yer karşılıyor seni Bayramoğlu'na nazaran. Geniş, rahat, havadar... En kalabalık olabilecek öğle saatinde gitmene rağmen çok rahat oturuyorsun. Servis hızlı ve güleryüzlü. Buna da tam puan. Mekanı bulmak, senin gibi Ümraniye kırsalına yeterince aşina olmayan gafiller için hayli zor. Burada yapabilecek bir şey yok. Atakent denen uydunun içinde bir yerlerde lokanta. Tarif beklemesin kimse, zira sen de navigasyon cihazı ile buldun Celal'i.

Döneri padişahlara layık, yağlı, dolu dolu, tatminkar. Lavaşı, en son eleştirdiğin üç mekanın içinde en iyisi. İnce değil, hamuru hissediyorsun iliklerinde. Salatası Tatar Salim'den sonra ikinci sırada. Turşuları gayet iyi. Fiyatı da Bayramoğlu ve Salim ile birebir aynı. (İçinden ikircikli bir ses, memleketteki tüm dönercilerin aynı kişi tarafından yönetildiğini fısıldıyor. Buraları hem insanlardan para kazanmak, hem de gizli operasyonlarını yönetmek için kullanan bir örgüt canlandırıyorsun imgeleminde. Örgütün adını koyamıyorsun bir türlü)

Mutlu ayrılıyorsun Celal Usta'dan. Sonraki dönerciye doğru yelken açıyorsun...

Dönerci Celal Usta
Atakent Mahallesi Reşitpaşa Caddesi
No:75 E-D Ümraniye - İstanbul
Telefon: +90 216 329 35 40 - 41
info@donercicelalusta.com



19 Şubat 2014 Çarşamba

Bayramoğlu Döner

Davranış psikolojisinde "Asch Deneyi" denen efsanevi bir deney vardır. Asch deneyi1953'de yayımlanan, insanın karar verme sürecinde, çevresinin etkisinin ne denli önemli olduğunu anlamaya çabalayan çığır açıcı bir çalışmadır. Deneyi Polonya asıllı ABD'li sosyal psikolog Solomon Asch yürütmüştür. Sonra pek çok versiyonu çıkan bu deneyin özünde, katılımcıların bir tanesinin olaydan habersiz, geri kalanın ise kendilerine yüklenen rolleri üstlenmiş olması yatar. Çok büyük sıklıkla görülmüştür ki, olaydan habersiz olan katılımcı, belirli bir süre sonra, kendi görüşlerine aykırı da olsa, toplumun fikirlerini benimseme eğilimindedir. Peki ben neden anlattım şimdi bütün bunları? Çünkü, sevgili dostlar, Tatar Salim ile ilgili yazdığım yazıyı okuyan-okumayan kim varsa, İstanbul'da, hatta Türkiye'de "en iyi döner nerede yenir" konulu monologlarını benimle paylaşma inceliğini gösterdi son birkaç haftada. Milletimizin ne kadar paylaşımcı olduğunu öğrenmek haricinde, iki önemli bilgi daha edindim bu güzide süreçte: 1-Nüfusun %99'unun "generalist" olduğu ülkemizde neredeyse herkes döner konusunda uzmanmış. 2-Çoğu kişi "Aaa Bayramoğlu'da yemedin mi daha?" diyerek beni ayıplama eğiliminde bir yaşam sürmekte. Son iki haftadır o kadar çok Bayramoğlu lafı işittim ki, bu yazıyı yazmak, ya da "en lezzetli döner nerede yenir?" sorusuna yanıt aramak için Bayramoğlu'na gitmeme bile gerek kalmadı aslında. Topluma uyma yalakalığımı görse, sevgili Asch mezarında sevincinden iki takla atardı herhalde. Ama kalktım gittim bu lokantaya. İnanın bana, içimde bir "karşı tepki" geliştirmeden, önyargısız, en sevecen halimle gittim. Şaka bir yana, bu kadar insanın tavsiye ettiği bir lokantayı denemeden olmazdı.

Bayramoğlu Döner, Kavacık kırsalının gayet merkezi bir noktasına yerleşmiş, Kavacık'ı bulduğunuzda ıskalamanızın imkansız olduğu bir yerde konuklarını ağırlamaktadır. İkinci köprü yolundan gelirken, -hangi yönden geliseniz gelin- "Kavacık" oklarını takip ettiğinizde bulabilirsiniz burayı. Web sitesinde yeterli bir kroki de mevcut. Hemen yanında 5 TL karışılığında arabanızı park ettiğiniz bir otopark sizi karşılıyor. Yani çok yoğun zamanlarını bilemem ama, park sıkıntısı çekilmiyor gibi. Derme çatma bir binada hizmet veriyor Bayramoğlu , içerisi köhnemiş bir esnaf lokantası havasında. Çok özenli bir görüntü beklemeyin. Daha çok kaotik bir koşuşturma göreceksiniz içeri girer girmez. Müşteri sayısı kadar garsonun olduğu işletmelerden biri burası. İçeri girenler heyet tarafından karşılanıyor, yerlerine oturtuluyor ve yine bir garson heyeti tarafından yolcu ediliyor. Buna diyecek bir şey yok. Jet hızıyla yapılan servisin açılış cümlesi, "hoşgeldiniz"den ziyade, "bir mi, birbuçuk mu?". Yani kısaca diyorlar ki, "sen buraya döner yemeye geldin, kapa çeneni, dönerini ye ve sonra yoluna..."

Mekana şöyle bir baktığımda toplumun her kesiminden insanın burada olduğunu görüyorum. Gerçekten de fakiri zengini, dindarı, zındığı, kadını, erkeği, sosyetiği ve entelinden müteşekkil tuhaf bir kompozisyon karşılıyor beni. Bu topluluk, Türk toplumunun kanayan yarası olan "kutuplaşma" mevzuunun Bayramoğlu Döner sözkonusu olduğunda ortadan kalktığı konusunda bir ipucu veriyor bendenize. "Demek ki kurtuluş dönerdeymiş," diyorum kendi kendime... 

Efsanevi dönerden önce son derece sıradan ve sıkıcı bir salata getiriyorlar. Olsa da olur, olmasa da olur. Küçük biber turşuları geliyor masaya. Yemediğim için tadı konusunda size fikir veremeyeceğim, zira yemek öncesi dudaklarımı davul gibi şişirip ana yemeğin tadını almamı engelleyecek biberler beni bozuyor. Patates kızartması da bu ikramın bir parçası olarak arz-ı endam eyliyor. Pek bir özelliği var diyemem. Ayran sipariş edince doğrudan, marketlerden de alabileceğim bir kapalı ayran getiriyorlar. O yüzden pek yorum yapılacak bir durum yok.

Gelelim Türk toplumunu derinden sarsan, her anlatanın salyalarını akıtan, yedi düvelin duyduğu, sağır sultanın bile yorumladığı, sadece masallarda karşınıza çıkacak, yemeyenin hiç sevmemiş-sevilmemiş sayıldığı, yiyenin ise koltuklarını kabarta kabarta dolaştığı, eşsiz, olağanüstü, olağandışı, perpetuum mobile misali kendi kendinin yaratıcısı ve enerji kaynağı, insanoğlunun en büyük icadı Bayramoğlu dönerine...

Beğendim; iyiydi, hoştu, olması gerektiği gibi yağlıydı, hafif pembemsiydi, suluydu. Güzelim lavaşın içine dürüldüğünde insana mutluluk veriyordu. Tuzu azıcık fazlaydı, ama gerçekten benim tam sevdiğim gibiydi.

Lakin Kapalıçarşı'da havuzlu lokantada beğendi eşliğinde mideye indirdiğim dönerin yanında esamesi okunacak bir döner değildi. Kusura bakmayın. 

Ve tabii bu satırları okuyup, diğer yazdığım yazılarda olduğu gibi, sanki kendi lokantasını savunurcasına tuhaf tuhaf yorumlar yazanlara küçük bir not: 

BUNLAR BENİM GÖRÜŞLERİM. BEN BİR OTORİTE DEĞİLİM. KİŞİSEL ALMA BEBEĞİM...

Sağlıcakla...

Bayramoğlu Döner

Rüzgarlıbahçe Mah. Cumhuriyet Cad. 
Seyfi Baba Sok. No:2 
KavacıkBeykozİstanbul - Asya
Tel: +90 216 413 00 45, +90 216 413 00 46




11 Şubat 2014 Salı

Nusret N Burger Nisantası

İdeal döneri arayan bir adamın ideal burgeri arıyor olması da tuhaf karşılanmaması gereken bir mesele. 2012 senesinde "Hamburger ile ilişkim hakkında" diye çiziktirdiğim yazıda dilimin döndüğünce anlatmaya çabalamıştım bunu. Amerikan kültürünün dürtüklediği yemeklere ve her türlü gıdaya protesto mantığı ile yaklaşan tiplerden değilim. Öte yandan Amerikalılar'ın kötü beslendiğini, koskoca bir halkın yeme alışkanlıkları yüzünden süratle obezleştiğini ve bunun sonunun felaket olduğunu sağır sultan kadar ben de biliyorum. Lakin bu memleket menşeli enfes burgerler ve onların etrafında yaratılan ekosistemin benim lezzet kriterlerime uyduğunu da açık ve net ifade etmek isterim. Kendi günlük hayatımda fast food mantığıyla servis edilen hamburgerlerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırken, lezzeti farklı, özenli, ağır ağır yenebilecek türden burgerleri gördüm mü, bir masaya çöküp yemekten kendimi alamıyorum. İkisini ayırt etmenin çok da atla deve bir problem olmadığını söylemeliyim bu noktada. Fabrikasyon köfte kendini her haliyle belli eder çünkü. Yüz elli saattir kaynayan kızgın yağda kızartılmış patates de. Bunları görmek için "roket bilimcisi" olmaya gerek yok !(Amerikan kültüründen bahsederken klişe amerikan deyişlerini kullanmadan olmaz, diye düşündüm). Bu sebepten, sevgili dostlar beni şöyle kabul edin: Burger seven, abartmadan ayda bir iki defa bu enfes icadı mideye indirmekten çocukça bir zevk alan, azılı bir fast food düşmanıyım ben.

Nusret "sorunsalına" gelince... Bu işletme konusunda yazdıklarımı gayet iyi biliyorsunuz dostlarım. İstanbul'da en iyi et yenebilecek adres benim için burası. Mekanın yaratıcısı Nusret'in tavrı, görünüşü, yaşayışı, sabah yaptığı sağlıklı yaşam koşuları, celebrity'lerle arkadaşlıkları gibi faktörleri çok konuşur oldu insanlar. Nedendir bilinmez. Bunlar benim çok umrumda değil, yediğim harikulade etlere bakıyorum ve çok keyif alıyorum. Bu adamı takdir etmeden de edemiyorum. İlkokul mezunu bir kasabın bugün Galatasaray Spor Kulübü yöneticileri ile  aynı locadan maç seyredebiliyor olması, tıpkı Amerikan rüyası gibi bir Türk rüyasının varlığını kanıtlar nitelikte. Bu başarı öyküsüne hayran olmak dışında yapacak bir şey yok.

Nusret'in Etiler'deki karargahına defalarca gittim, o devasa etleri, yumuşacık lokumları, harika sucukları, füme etleri tükettim. Denenecek ne varsa denedim, tıka basa yedim. Her defasında büyük bir mutluluk tufanına kapıldım, bu yemekleri yiyebilecek bir yerde olduğuma şükrettim. Bu ziyafetlerin içinde tek bir eksik kalmıştı bu kadar zaman boyunca: Nusret Burger ! Yiyenler pek memnundu. Ağızlarının suyu akanlar vardı anlatırken bile. Henüz denemediğim için beni ayıplayanlar da. Tuhaf bir eksiklik duygusu çöreklenmişti yüreğime. Yeterince çok anlatılırsa, insan gerçekten yaşamında bu burgeri yememekten doğan bir boşluk olduğunu düşünebilir bana kalırsa. Ve tahmin edersiniz ki, insanların çenesi hiç durmuyordu. Gidip denemek dışında yapabileceğim bir şey yoktu. Mecburdum, olay kontrolüm dışındaydı artık.

Ve getirdiler önüme o devasa arkadaşı. Bir süre nefesimi tutup seyrettim onu. Fotoğrafını çektiğimde  hiç de mahçup davranmadı bana karşı; iyice gösterdi kendini. Bana anlatacağı öyküler olduğunu o zaman kavradım. Hayattaki en garip durum budur sevgili okurlar. Bir yemeğin size anlatacağı "şey"ler varsa, sizin için dinlemekten ziyade yapacak bir hareket yoktur. Ben de dinledim onu. Kalın bir köftesi vardı; öyle ki, koskoca bir et yiyor gibi hissettirirdi insana. Suluydu; ısırdığınızda içindeki yağ ağır ağır akardı. Orta pişmişti; kıymanın mükemmel dokusu hala sapasağlam duruyordu, ama aynı anda asla çiğ de değildi. Üzerine tatlımsı bir soğan koymuşlardı; sadık bir dost gibi tamamlıyordu soğan köfteyi, belli ki dostlukları eskiye dayanıyordu. Cheddar peyniri vardı altında; hafiften erimiş, köfteyi kucaklamıştı. Bütün bunların üzerine insana cennetin varlığını müjdeleyen dana füme girmişti bu grubun içine. Hepsi ayrı ayrı öyküler anlatsa da, uyumlu bir koro gibi söylüyorlardı şarkılarını. Bu satırların yazarı, yemin billah söyleyebilirdi ki, ağzının içinde böyle uyum içinde dans eden bir yemek daha olmamıştı o güne dek. Hafif susamlı yumuşak bir ekmek korumacı bir tavırla sarmalıyordu bu çokuluslu koroyu. Enfes bir deneyimdi bu. Evet, bir yemek değil, bir deneyimdi.

Yanında getirdikleri incecik ve baharatlı patates kızartmasını ev yapımı acılı hardalla öpüştürünce bir başka güzellik doğuyordu tabakta. Garsonlar geleneğe uygun olarak neşeli ve dost canlısıydı. Mekan -unutmadan- Nişantaşı Reasürans'ta konuşlanmıştı. Bir ikizinin Bebek'te olduğunu biliyorum, ama hiç gitmedim.

O gün burgerin hasını yedim ve çok mutlu ayrıldım sofradan. Tavsiye etmiyorum yemenizi. Apaçık suçluyorum sizi henüz denemediyseniz.

Harbiye Mahallesi Abdi İpekçi Caddesi No:57/A, Reasürans Pasajı, Nişantaşı0 212 231 24 70



7 Şubat 2014 Cuma

Tatar Salim


Bendeniz klasik anlamda milliyetçi bir kişi sayılmam; insanların bu tarz fikirler uğruna çatışmasını aklım almamıştır hiçbir zaman. Bu özelliğimi, "Lokantalarım"ın sayfalarında çiziktirdiklerimi dikkatli okuyanlar, satır aralarındaki bazı ipuçlarını görmeye ilgi duyanlar gayet iyi bilir. Fakat nedendir bilinmez, bir şekilde söz döner meselesine geldiğinde, bu güzide yemeğin "Türk" kökenli olduğu iddia etmek gelir içimden. Bu -adı üzerinde- bir iddiadır doğal olarak; aslında elle tutulur, dişe dokunur bir temeli de yoktur, kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Sadece içimden gelen kuvvetli bir histir. Sanırım yurtdışında dolanırken önünden geçtiğim Ortadoğu ya da Yunan lokantalarında "Donner" yazması sinirime dokunduğu için ayırdına vardım bu durumun, pek emin değilim. Yaşadığım memlekette bu meretin hası pişirilir ve her gün tonlarca tüketilir, diye bağırıp çağırmak geçer "Donner" yazan yerleri gördüğümde içimden. Bu duygunun sebebini hiçbir zaman kendime de açıklayamamışımdır sevgili dostlar, lakin bildiğim bir şey varsa, döner denen muazzam lezzeti çok sevdiğimdir. Uzun süre ayrı kaldığımda rüyalarıma girecek kadar hayatımda yer işgal eden bu mühim icadı mideye indirmek, fırsat buldukça farklı yerlerde gerçekleştirdiğim, hatta gelenek haline getirdiğim bir ritüeldir. Zaman zaman abartarak kendimi "ideal döneri arayan bir adam" olarak nitelendirdiğim bile olmuştur. Zira bu harikulade yemeğin soslusu, sebzelisi, sadesi, yoğurtlusu, keçi etinden olanı, danası, kuzusu, yağlısı, yağsızı, ekmek arası olanı, dürümü ve hatta pilavüstü sunulanı  mevcuttur. Hal böyle olunca, Halikarnas yöresinde kıyak kafayla yenmiş olanının tadı ile iş için gidilen bir öğlen yemeğinde silinip süprülenin tadı hiçbir vakit aynı değildir. Tıpkı Bursa'nın meşhur lokantalarında sos ve tereyağına bulanmış olanı ile, Üsküdar'ın Kanaat Lokantası'nda yanına beğendi koydurup yediğim döner gibi, hepsinin tadı ve yeri ayrıdır.

Ben Maltepe bölgesindeki Dönerci Ali Usta'dan keyif alanlardanım. Yeri sakil de olsa, çok kalabalık ve fabrikasyon hissi de verse, ara ara bu lokantaya gitmekten büyük mutluluk duyarım. Hayatımda yediğim en güzel dönerlerden biri, Kapalıçarşı'daki Havuzlu Lokanta'da getirdikleri, tıpkı Kanaat'teki gibi yanına beğendi koydurduğum dönerdir. (Bunu bu blog'da yazmış olmalıyım). Köşebaşı Levent'in çöp şişi gibi dönerini de severim. Belki bir gün bütün bunları karşılaştırdığım bir yazı yazma fırsatım da olur. 

Ama bugünkü yazımızın konusu, başlıkta da gördüğünüz üzere, Ataşehir'in merkezi bir yerine konumlanmış Tatar Salim, sevgili dostlar. Ataşehir büyük bir ilçe. Arazisi, binası, insanı bol. Sempatik mi? Hayır. Antipatik mi? Ümraniye kadar değil. Arada derede bir bölge işte. Meskun mahal olmasından ötürü, pıtrak gibi açılan lokantaları meşhur bu ilçemizin. İşte Tatar Salim de bir süredir bu bölgede hizmet veren, yazılmaya değer lokantalardan birisi bana kalırsa. Bulması hiç de zor değil; Ankara "asfaltından" "klasik" Ataşehir'e doğru giderken, daha yolun başında, sağ tarafta Opet'i göreceksiniz. Hemen onun yanında. Beyaz Fırın'ın arkasından dolanarak da gidebilirsiniz. Önünde hayli geniş bir park yeri mevcut, bu anlamda sıkıntı çekmeyeceğinizi garanti ederim.

İçerisini seveceksiniz, tahta masalar, mavi ağırlıklı bir dekorasyon, süslü yer karoları... Servis hızlı, güleryüzlü ve sıkıntısız. Seçenekler az menüde. "Az ve öz yap ama iyi yap" mantığının şiddetli bir destekçisi olan beni çok mutlu eden bir durum bu. Porsiyon döner, pilavüstü döner, dürüm döner...Bana kalırsa efendi gibi porsiyon döner sipariş edin vakit kaybetmeden. Dürüm seviyorsanız, dönerin yanında getirdikleri lavaşla kendi minik dürümlerinizi yapar oyalanırsınız. Böyle daha çok zevki çıkıyor sanırım.

Öncesinde bir süzme mercimek çorbası söyleyin; Mardin Kızılkaya mercimeğinden yapılmış, kıvamlı ve ağızda merciğimeğin tadını hissettiren cinsten. İkram edilen salata, turşu ve patates kızartması ile oyalanın. Salatanın üzerindeki narlar pek bir lezzet katmış, bunu görmeden geçmeyin. Salatalık ve yeşil biber turşusu çok güzel, ama fazla kaçırıp doymayın sakın. Patates kızartması ise pek enfes; kalın kalın, ağzınıza layık. Öyle incecik, baharatlandırılmış patateslerden değil, has be has patates işte. Bütün bunlar sipariş etmeseniz de masanıza geliyor, siz de afiyetle yiyorsunuz.

Dönerin hası yağlı olur benim kitabımda. Ve Tatar Salim'in dönerini çok beğendim. Ağırlıklı olarak Biga ve Keşan bölgesinden tedarik ettikleri etleriyle, kendilerine özgü soslar ile terbiye edilerek, titizlik içerisinde günlük olarak hazırladıklarını vurguladıkları dönerleri, bana kalırsa on üzerinden sekizbuçuk alır. Yanında ayran içmenizi tavsiye ederim. Eski zaman yemekhane sürahilerinde getirdikleri bu ekşi ayran çok lezzetli. Su olarak Madran kullanıyorlarmış, tuz ise Doğu Anadolu'dan geliyormuş.

Bunları bitirdikten sonra kendinize bir iyilik daha yapın ve fırın sütlaç sipariş edin. Üzerine rendeledikleri fındık tanelerine bittim, tadı damağımda kaldı. Nişasta kullanılmadan, doğal çubuk vanilya ile taş fırında pişirilen bu tatlı, yağlı döneri yedikten sonra insana çok iyi geliyor, vücudun saatini efendice dengeliyor. Üzerine bir de çay içince tadında yenmiyor tüm bu ziyafet.

Tatar Salim benim dönerci sıralamamı değiştirdi. Sizlerin sıralaması nedir bilmem. Ama gidip denemenizi tavsiye ederim.




Tatar Salim Döner Lokantası - Ataşehir

  • Adres:
  • Telefon:
  • Faks:
  • E-Mail:
  • Atilla İlhan Cd. Efe Sk. No:2/1 Küçükbakkalköy / Ataşehir
  • +90(216) 408 26 26
  • +90(216) 408 26 29
  • info@tatarsalim.com