31 Ocak 2013 Perşembe

Adana Ocakbaşı


İnsan bazen yaşadığı kenti ne kadar az tanıdığını, her zaman geçtiği sokaklardan birinde ansızın karşısına çıkan bir lokantayı ziyaret edip şaşkınlığa düştüğünde çok daha iyi anlıyor. Sanki doğma büyüme, hatta bilmem kaç kuşak İstanbul'lu değilmişim de, buraya yeni gelmişim gibi hissettim Adana Ocakbaşı'na girip oturduğumda. Tuhaf bir his bu. Zeki Alasya- Metin Akpınar'ın Haydarpaşa Garı'ndan hayretle denize bakması gibi. Yeni ve taze bir duygu. Bir karşılaşma...Yabancı ve heyecanlı. Hafif baharatlı ve bir o kadar da sıcak. Kapıyı açtığımda, yasak elmayı ısırmak üzere gibiydim sanki. İçimde tatlı ve yakıcı bir sabırsızlık. Yüreğimi anlaşılmaz bir tempoyla attıran.


Daha mekanı saran (ve sonra gün boyu kıyafetlerim üzerinde kalmaya devam edecek) o muhteşem kebap kokusunu içime çektiğim anda bile farklı bir yere geldiğimi anlamıştım desem, duygularımı ifade edebilirim herhalde. Adana Ocakbaşı, çok sık kullandığımız, ama genelde kafamızı kaldırıp etrafta neler var diye bakmadığımız caddelerden birinde. Eğer Kurtuluş Caddesi'ni biliyorsanız, onunla kesişen ve Osmanbey'e açılan Ergenekon Caddesi üzerinde bulabilirsiniz bu lokantayı. Dışarıdan hiç dikkat çekmediği için dikkatli bakının, girişini kaçırabilirsiniz. Mekanın içinde, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi bir ocakbaşı mevcut. Orada müdavimler oturuyor gibi geldi bana, zira sağlam bir muhabbet dönüyor, herkes birbirini tanıyor gibiydi. Geçen akşam ocakbaşının yanından geçerken, belki bir gün buraya yalnız başıma gelirim ve buraya oturup kebapları mideye indirirken, hafif hafif demlenirim, diye geçirdim içimden. Eğer müdavimler beni aralarına kabul ederlerse tabii.

Adana Ocakbaşı, küçücük bir lokanta; masa sayısı hayli az ve oturma alanı son derece dar. Bu nedenle darlıktan rahatsız olacağınızı düşünüyorsanız, nispeten daha rahat olan aşağı kısımda yer bulmaya çalışın kendinize. Bunun dışında bir de birkaç basamakla çıkılan, asma kat gibi bir bölümü var. Orada daha klostrofobik hisler uyanıyor insanın içinde. Öte yandan, hafta içi bile olsa, buraya akşam gidecekseniz mutlaka yer ayırtın. Müşterisi, müdavimi, seveni bol, insanlar akın akın geliyorlar, pek çoğu yer bulamayıp geri dönüyor. 

Servis çok iyi, güleryüzlü, hatta esprili. Tam benim sevdiğim cinsten. Garsonların babacan ve pozitif tavrı size kendinizi evinizde gibi hissettiriyor. İşin sırrı burada. Herkese "sen zaten müdavimsin" duygusunu verebildiklerini çok net gördüm Adana Ocakbaşı'nda ve inanın, sahte bir tavırla değil, son derece alışkın bir yaklaşımla yapıyorlardı bunu. Gittiğinizde bunu görüp ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Sigara içenler için dükkanın önüne sobalı bir düzenek de kurmuşlar; bu da hoşuma gitti. Lokantadan doğrudan sokağa bağlanıyorsunuz, ama kaldırımda da olsanız sizi kış soğuğunda ısıtacak bir elektirkli soba sistemi mevcut. Nitekim birlikte yediğimiz ve sigara içen arkadaşlar dışarı çıkıp bunun nimetlerinden birkaç defa faydalandılar gece boyunca.

Vee, gelelim yemeklere... Buraya kadar top çevirdiğimi düşünüp yemeklerden bahsetmemi bekleyenler için söylüyorum. Bu satıları yazarken bile ağzımın suyu akıyor resmen ! Çektiğim fotoğraflara bakarak nasıl bir masada oturduğumu hayal edebiliriniz rahatlıkla. Tahta ve dikdörtgen bir masa hayal etmenizi istiyorum. Üzerinde kuzu ve ciğerden çöpşiş (lavaş yığınları altında), patlıcanlı yoğurt, gavurdağı salatası, közlenmiş biber ve domates, uykuluk, adana kebap, kaburga, kanat ve bolca rakı olsun. Sonra beni hayal edin. Yükselen tansiyonuna rağmen bütün bu lezzetlerden tatmak için can atan ve bir yandan da fotoğraf çeken.


İzin verirseniz teker teker anlatayım masaya gelenleri, zira hangi yemeği az anlatırsam ona haksızlık etmişim gibi olacak. Gavurdağı geçekten enfesti mesela. İlk rakıyı koyduğumda, gavurdağı ona büyük bir keyifle eşlik etti ve birazcık tırnak pideyle ağzımda harika ve mutlu bir izdivaçları oldu. Tadı keskin değildi, ama yine de "ben burdayım" demeyi başarıyordu. Beğendim. Ilık gelen patlıcanlı yoğurt da alışkın olmadığım bir lezzeti, masadaki herkesin ortak görüşüne katıldım ben de. Değişik ve lezzetliydi.

Sonra masaya bir çöp şiş yığını geldi assoslist edasıyla. En baş köşeye muzaffer bir kumandan gibi kuruluverdi. Daha uykuluk arz-ı endam etmediği için, çöp şişin gecenin yıldızı olduğunu düşündük doğal olarak. Enfes lavaşın arasına soğanla dürüp koyduğum kuzu çöp şişin lezzetini burada kelimelerle anlatabileceğimi sanmıyorum sevgili dostlar. Size önerim: Acilen gidip tadına bakın! Ondan sonra, beni biraz daha anladığızda rahat rahat konuşalım. Ciğerden olan çöp şiş ise bence biraz daha az lezzetliydi, ama onun da fanatikleri çıkacağına eminim. Onu da muhakkak deneyin. Benden söylemesi.


Gelelim şu tuhaf uykuluk meselesine. Sevgili dostlar, bu yemek hayatım boyunca yediğim en güzel etlerden birisiydi demek durumundayım.Yapacak bir şey yok. Zihnimde zaman zaman canlanan bazı yemekler var böyle "en" lerden bahsederken. Mesela Kaşıbeyaz'da yediğim "etten Alinazik", ya da Arjantin'de La Tablita'da yediğim kalın biftekler, Birtat'da yediğim güveçte ciğer, Viyana Plachutta'da yediğim tadına doyulmaz Tafelpitz ya da Eleos'ta mideye indirğim ıstakoz kavurmalar gibi. İşte Adana Ocakbaşı'nın uykuluğu da böyle bir şey. Rüya gibi bir tadı var. İnsanın ağzında bir macera cereyan ediyor adeta. Hem uyuşacık, hem damakta adeta patlyor lezzeti. Hafif acılı olması da cabası. Julia Roberts'in bir filmde dediği gibi:"Yemeğimle aşk yaşıyorum" cümlesini kurdurtan türden bir deneyim. 


Adana'sı da muhteşem mekanın. Bana biraz Yüzevler'de yediğim kebabı anımsattı diyebilirim. Yüzde yüz satır etinden, bol kuyruk yağlı, insanın ağzında dağılarak şenlikler yaptıran bir yemek. Kaburgası da öyle. Tam benim sevdiğim gibi, bol etli ve bol yağlı. Üzerine bir de harika marine edilmiş hafif acılı kanatlar da gelince tam oldu sofra. Muhabbet, sohbet doğal olarak gırla gitti. Onu da kesinlikle tavsiye ederimi kaçırmayın.


Bütün bunların üzerine, bu kadar soğanlı, sarmısaklı, tuzlu yemekler yedikten sonra insanın canı tatlı bir yemek de istiyor tabii sevgili dostlar. Seçenek çok fazla değil, mekanın "atom" diye anılan; muz, kaymak ve baldan oluşan tatlısını çatal çatal yiyerek kendimize geldik gecenin sonunda. Bu tatlıyı yedikten sonra birkaç kilometre koşmanızı, ya da imkanınınız varsa başka bir şeyler yapmanızı şiddetle öneririm. Bu enerjiyi acilen harcamak gibi zaruri bir durum ortaya çıkıyor. Benden söylemesi.


Hepsinin özeti, Adana Ocakbaşı, kendi alanında tam bir yıldız. Bunu bilenler biliyor, bilmeyenler de, benim gibi, gecenin bir saatinde, böyle içeri dalıp hayretler içinde kalıyor işte. Tavsiye etmenin ötesinde, buraya gitmezseniz hayatınızda bir şeylerin eksik kalacağını söylemek isterim. Adana Ocakbaşı ölmeden önce görülmesi gereken yerlerden biri bana kalırsa. Açık konuşmak gerekirse bana Zübeyir'den daha iyi geldi. Tabii ki, son sözümü efsanevi Güler Ocakbaşı'na gidip orayı yazmadan söylemeyeceğim. Bunu da vurgulamak isterim.

Not: Bu yemeğe gittiğimin ertesi günü tansiyon hapları kullanmaya başladım. Tabii ki bu son yemekle ilgili değil, ama hayat tarzımla alakalı bir durum. Ama doktorunun kolesterol sebebiyle Lipitor kullanması ya da yemeği bırakmasını söylediği Anthony Bourdain'in de dediği gibi: "Fuck it!" İlacımı alır yoluma devam ederim.

Herkese sağlıklı ve kebaplı günler dilerim.

http://www.adanaocakbasi.com/






1 yorum:

  1. Beni de bir arkadaşım götürmüştü ve bayılmıştık! vedat milor'un da istanbul'un en iyi adanası diye bahsettiği bir mekan. burası dışında var mı bildiğin güzel adana yapan yer?

    http://tuzvekarabiber.blogspot.com/

    YanıtlaSil