Koço'nun Senelerdir Değişmeyen Kapısı |
Tıpkı benim gibi hem İstanbul'a aşık, hem de düşman, çok sevdiğim bir tanıdığım "Eskiden beri varlığını sürdüren, artık klasikleşmiş, bizi biz yapan mekanların yaşamasının önemi"ni vurguladı geçen gün. Ben de ona can-ı gönülden hak verdim, zira son senelerde, yaşadığımız kentin bu harikulade "dönüşüm" sürecinde tüm değerlerini kaybetmesi, hepimizin içini yakıyor, bizleri korkunç bir karamsarlığa sürüklüyor. Profiterolcüden sinemaya, korse dükkanından çay bahçesine kadar çeşit çeşit mekanın "modern" zamanların biçerdöverine kurban edilmesi, şüphesiz tarihsiz bir toplum olmaya doğru itiyor bizi. Geçmişini silmeyi seven bir ülkeyiz. Belki böyle daha rahat ediyoruz. Belki sadece aptallıktan yapıyoruz bunu. Belki de rant alanlarının aslında düşündüğümüzden az olması sebebiyle yok edip baştan yapıyoruz. O koşa koşa gittiğimiz gavur memleketlerinden bizi ayıran en büyük özellik, adamların tarihleri ve geçmişleriyle barışık ve bu konuda ölümüne korumacı davranmaları. Yüz sene önce Freud'un kahve içtiği yerde ben de içebiliyorsam, bu bana kendimi iyi hissettiriyor Viyana'ya gittiğimde. Ne yazık ki memleketimiz bu mecrada yürekleri paralayacak kadar "tırt" bir görüntü sergiliyor.
Pekiii, tarihi, geleneksel ve nostaljik olduğu için her türlü kalitesizliğe tahammül etmek zorunda mıyız? Bu da madalyonun pek sorgulanmayan, ama bana kalırsa hayli önemli olan öteki yüzü. Sözgelimi, son senelerinde -ki uzunca bir dönemden bahsediyorum- Rejans insanın dayanma sınırını zorlayan, handiyse bitik bir işletmeydi. Yemek kalitesi iyiden iyiye bozulmuştu; en klasik yiyecekler bile tatsızdı, her şey gecikiyordu, iyi pişmemiş oluyordu, servis özensizdi. Ardı arkası kesilmeyen aksamaları şaklabanlık yaparak perdelemek isteyen garsonların palyaçoluğu insanın öfkesini hepten ayağa kaldırıyordu. Bu kadar önemli, yemeklerinden dekorasyonuna kadar içinden tarih akan, ayrıcalıklı bir mekanın kendini o duruma sokması beni inanılmaz üzmüştü. Pek çok kişi, bu özensizliğin, lokantanın kapanma sürecini yaşadığı için ortaya çıktığını söylemişti o dönemlerde, ama benim anlattığım gerçekten kapanmasından çok çok önceye rastgeliyor sevgili okurlar. Kısacası bunun kabul edilebilir bir yanı yoktu benim nezdimde.
Sözkonusu lokantalar olduğunda da, tarihsel değerlerimizi içeren "iki arada bir derede" kalmış bir felsefem var ne yazık ki. Eskiyi, klasik olanı, yüz senedir bir konuda başarılı olup da bunu hala sürdürebileni her daim çok takdir ediyorum. Lakin ortalamanın altına düşen bir lokantaya da, salt eski olduğu için tahammül etmem olanaklı değil.
Sözkonusu lokantalar olduğunda da, tarihsel değerlerimizi içeren "iki arada bir derede" kalmış bir felsefem var ne yazık ki. Eskiyi, klasik olanı, yüz senedir bir konuda başarılı olup da bunu hala sürdürebileni her daim çok takdir ediyorum. Lakin ortalamanın altına düşen bir lokantaya da, salt eski olduğu için tahammül etmem olanaklı değil.
Gelelim yazının konusu olan Koço'ya... Kadıköy bizim öz be öz memleketimiz de olsa, Moda'lı değil, Kalamışlı'yız doğma büyüme. Yani Moda semtinde oturmaktan değil, oraya uzaktan, karşı koydan bakmaktan hoşlanan o diğer güruhtanız. Dolasıyla Koço sözkonusu olduğu zaman, gerçek bir Moda'lının hissedeceklerini bendeniz asla hissedemem; bunu baştan belirteyim. Amma ve lakin, dedemin, babamın ve benim gittiğimiz, bilmem kaç kuşağa hizmet vermiş, simge haline gelmiş, Dersaadet'in en prestiji yerlerinden birine konuşlanmış bu devasa çınar hakkında iki kelam edebilecek kadar da hak görüyorum kendimde. Bu yazıyı da en son ziyaretimden sonra, bu hakka istinaden yazmaya karar verdim. Gecikmiş bir yazıdır, kimse kusura bakmasın !
Koço'nun tarihine göz attığımızda Moda Vapur İskelesi’nin hemen yanında bulunan ayazmanın üzerinde bir bina bulunduğunu ve bu binanın 1934-35 yıllarında yıkıldığını öğreniyoruz. Yerine lokanta yapılmak üzere yeni bir yapı inşa edilirken ayazmanın aynen korunduğunu ve 1950 yılında onarımdan geçtiğini de mekanın tarihçesi içinde notlarımıza yazıyoruz. Ayazmanın üstündeki bina, ilk olarak Konstantinos Koço Korontos tarafından ‘‘Moda Park Lokantası’’ adıyla bir kır kahvesi olarak hizmete açılmış. Bu arada lokantanın gerçek adı bugün de Moda Park Lokantası olarak geçse de, insanlar hala Koço olarak tanıyor, zira o zamanki sahibi ile meşhur olmuş. Konstantinos Koço Korontos ise Mühürdar’da da bir gazinosu olan, ününü bazı günlerde ücret almadan servis yapmasına borçlu olan renkli bir zatmış.
1954′teki ölümüne kadar Moda Park Lokantası’nın işletmesini sürdürmüş Koço Bey. Ölümünden sonra lokantayı, çalışanlarından Gökçeadalı Atanaş Cano ile Stelyo Mavro devralmış. 85 kişilik kapalı salona, 80 kişilik yarı açık bölüm daha eklenmiş ve bu şekilde, bahçeli bir lokantaya dönüşmüş Koço. Kapasitesi aşağı yukarı 250 kişiye çıkmış. Cano ve Mavro’nun da 1980′lere kadar işlettiği ama artık yaşlandıklarından (İkisi de 1994′te göçmüş bu dünyadan) servise yetişemedikleri lokantayı, 1985′ten bu yana, eski aşçılardan Şeref Yavuz, Hilmi Suna, Fahri Şeker ve Mustafa Yılmaz (Ö.1994) Varisleri işletiyor. Mal sahibi ise Osman Mırız ve Aldo Bey.
Bugün Moda'da yaşayan insanlara sorsanız, Koço'yu Moda tarihinin en önemli tanıklarıdan biri ya da semti semt yapan yapı taşlarından başlıcası olarak niteleyecektir. Kapalı salonun havası başkadır. Buraya kışın gelirsiniz. Azıcık köhne ve salaştır; ama esas onu güzel yapan da budur kanaatimce. İnsana kendini geçmişin içinde hissettirir. Güzelim Moda İskelesi'ne bakıp bir yudum rakı içmek gibisi yoktur burada. Açık kısmı ise iki bölümlüdür. Yarı-açık diye nitelendirebileceğimiz, çiçekli-böcekli olan ince uzun bir bölüm ve aşağısında, muazzam bir deniz manzarasına balıklama dalan enfes bir teras. Bu teras gayet derli toplu ve benim anavatanım olan Kalamış-Fenerbahçe yöresine bakan güzide bir yapıdır. Yaz günlerinde burada iki duble rakı içip hülyalara dalmak gibisi yoktur. Benim için Fenerbahçe'yi görebileceğim her yer, sorgusuz sualsiz "güzel" kategorisinde yer alır.
Garsonları aksidir, suratsızdır, terstir Koço'nun. Hizmet sektöründe olduklarının bilincinden hayli uzak hareket ederler. Sanki size büyük bir lütuf yapıyormuş gibi davranan, hemen hepsi senelerini orada tüketmiş şahıslardır. ("Emektar" diyecektim, ama çok olumlu bir hava yaratır diye düşündüğümden geri çektim) Ben Ankara'daki Kalbur da dahil olmak üzere, bazı mekan sahiplerinin sert olmasına ses çıkaran, bundan rahatsızlık duyan birisi değilim, lakin bu davranış tarzı kuvvetli bir özelliğinize güvenerek ortaya çıkmalı diye düşünüyorum. Yani olağanüstü yemekleriniz varsa sözgelimi, belki biraz esprili huysuzluk yapmanıza tolerans gösterilebilir. Ama ne yazık ki Koço, bu konuda sınıfta kalmaya mahkum bir işletmedir. Senelerdir, kötü servisin yanında, insanı pek de etkilemeyen yemekler sunmaktadır. Patlıcan salatası, her yerde yiyebileceğiniz türden bir mezedir. Ahtapot salatası vasattır. Beyin, çiroz, fasülye pilakisi etkileyici olmaktan uzaktır. Çok övülen ciğeri standartın pek de üzerinde değildir. Kalamarı da insanı şaşırtmaz Koço'nun. Balık yediğinizde, mevsim balıkları neyse, her yerde yediğiniz türden ana yemeklerin tadına bakarsınız. Suflesi iyidir, -ona sözüm yok-, lakin Koço gibi bir yere suflesi için gitmek de abesle iştigaldir bana kalırsa.
Peki neden gitmeli Koço'ya? Servisin kötü, yemeklerin vasat olduğu bir yerde neden bulunmalı insanoğlu? Salt o muazzam manzarasının şerefine mi? Yoksa 50 senelik mazisinin hatırına mı? Kalitesi düşmüş bir işletme, sırf tarihi olduğu için destek bulmalı mı? Zor sorular bunlar sevgili okurlar. İtiraf etmeliyim, Rejans için hissettiklerimi Koço için hissetmiyorum. Koço çok daha iyi bir noktada bana kalırsa. Fakat biraz daha özen, azıcık daha tazelenme, bir nebze de olda dinamizm katılsa iyi olmaz mı bu asırlık çınara? Bana kalırsa temel problem, Türk insanının hep daha azına razı olmasından ya da derin kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Şirazesi kaymış bir toplumuz nice zamandır. Bize ne verilirse onu alıyoruz. Ümraniye'de Rasim Bingöl adında bir lokanta var. Gittiğinizde, kapıdaki karşılama merasimi, garsonların tavrı, servisin güleryüzü ve çalışanların insanüstü dinamizmi ile size öyle davranıyorlar ki, kendinizi Brunei Sultanı sanıyorsunuz. Ama yemekler üçüncü sınıf burada. Mekan sıkıcı, lokasyon, "Ümraniye kırsalı"nın göbeğinde zaten. Gelen insanlar ise abartılı bir üslupla ağırlanmaktan son derece memnun. Koço'da ise lokasyon muhteşem gerçekten, İstanbul'un en güzel koyuna tünemiş, diğer bir en güzel koyuna bakıyor; tarihçesi ise size önünüzü ilikletecek cinsten. Ama servis çok kötü, yemekler vasat. Fakat müşteriler baktıkları bu manzaradan memnun. Zaten yeterince rakı içince diğer her şey unutuluyor galiba.
"Ey Türk Haklı! Silkin ve kendine gel!
Beğenilerini ve beklentilerini biraz olsun yükselt! Vasatlıktan kop biraz." diye bağırmak istiyorum. Ama yapamıyorum.
Herkese iyi (eğer böyle bir şey mümkünse) bayramlar dileyerek yazımı burada noktalıyorum.
Sağlıcakla...
Moda Park Lokantası
Moda Caddesi No: 171 KADIKÖY / İSTANBUL
TEL : 0216 336 07 95 fAX: 0216 337 70 44
Koço İç Mekan |
1954′teki ölümüne kadar Moda Park Lokantası’nın işletmesini sürdürmüş Koço Bey. Ölümünden sonra lokantayı, çalışanlarından Gökçeadalı Atanaş Cano ile Stelyo Mavro devralmış. 85 kişilik kapalı salona, 80 kişilik yarı açık bölüm daha eklenmiş ve bu şekilde, bahçeli bir lokantaya dönüşmüş Koço. Kapasitesi aşağı yukarı 250 kişiye çıkmış. Cano ve Mavro’nun da 1980′lere kadar işlettiği ama artık yaşlandıklarından (İkisi de 1994′te göçmüş bu dünyadan) servise yetişemedikleri lokantayı, 1985′ten bu yana, eski aşçılardan Şeref Yavuz, Hilmi Suna, Fahri Şeker ve Mustafa Yılmaz (Ö.1994) Varisleri işletiyor. Mal sahibi ise Osman Mırız ve Aldo Bey.
Bugün Moda'da yaşayan insanlara sorsanız, Koço'yu Moda tarihinin en önemli tanıklarıdan biri ya da semti semt yapan yapı taşlarından başlıcası olarak niteleyecektir. Kapalı salonun havası başkadır. Buraya kışın gelirsiniz. Azıcık köhne ve salaştır; ama esas onu güzel yapan da budur kanaatimce. İnsana kendini geçmişin içinde hissettirir. Güzelim Moda İskelesi'ne bakıp bir yudum rakı içmek gibisi yoktur burada. Açık kısmı ise iki bölümlüdür. Yarı-açık diye nitelendirebileceğimiz, çiçekli-böcekli olan ince uzun bir bölüm ve aşağısında, muazzam bir deniz manzarasına balıklama dalan enfes bir teras. Bu teras gayet derli toplu ve benim anavatanım olan Kalamış-Fenerbahçe yöresine bakan güzide bir yapıdır. Yaz günlerinde burada iki duble rakı içip hülyalara dalmak gibisi yoktur. Benim için Fenerbahçe'yi görebileceğim her yer, sorgusuz sualsiz "güzel" kategorisinde yer alır.
Garsonları aksidir, suratsızdır, terstir Koço'nun. Hizmet sektöründe olduklarının bilincinden hayli uzak hareket ederler. Sanki size büyük bir lütuf yapıyormuş gibi davranan, hemen hepsi senelerini orada tüketmiş şahıslardır. ("Emektar" diyecektim, ama çok olumlu bir hava yaratır diye düşündüğümden geri çektim) Ben Ankara'daki Kalbur da dahil olmak üzere, bazı mekan sahiplerinin sert olmasına ses çıkaran, bundan rahatsızlık duyan birisi değilim, lakin bu davranış tarzı kuvvetli bir özelliğinize güvenerek ortaya çıkmalı diye düşünüyorum. Yani olağanüstü yemekleriniz varsa sözgelimi, belki biraz esprili huysuzluk yapmanıza tolerans gösterilebilir. Ama ne yazık ki Koço, bu konuda sınıfta kalmaya mahkum bir işletmedir. Senelerdir, kötü servisin yanında, insanı pek de etkilemeyen yemekler sunmaktadır. Patlıcan salatası, her yerde yiyebileceğiniz türden bir mezedir. Ahtapot salatası vasattır. Beyin, çiroz, fasülye pilakisi etkileyici olmaktan uzaktır. Çok övülen ciğeri standartın pek de üzerinde değildir. Kalamarı da insanı şaşırtmaz Koço'nun. Balık yediğinizde, mevsim balıkları neyse, her yerde yediğiniz türden ana yemeklerin tadına bakarsınız. Suflesi iyidir, -ona sözüm yok-, lakin Koço gibi bir yere suflesi için gitmek de abesle iştigaldir bana kalırsa.
Peki neden gitmeli Koço'ya? Servisin kötü, yemeklerin vasat olduğu bir yerde neden bulunmalı insanoğlu? Salt o muazzam manzarasının şerefine mi? Yoksa 50 senelik mazisinin hatırına mı? Kalitesi düşmüş bir işletme, sırf tarihi olduğu için destek bulmalı mı? Zor sorular bunlar sevgili okurlar. İtiraf etmeliyim, Rejans için hissettiklerimi Koço için hissetmiyorum. Koço çok daha iyi bir noktada bana kalırsa. Fakat biraz daha özen, azıcık daha tazelenme, bir nebze de olda dinamizm katılsa iyi olmaz mı bu asırlık çınara? Bana kalırsa temel problem, Türk insanının hep daha azına razı olmasından ya da derin kafa karışıklığından kaynaklanıyor. Şirazesi kaymış bir toplumuz nice zamandır. Bize ne verilirse onu alıyoruz. Ümraniye'de Rasim Bingöl adında bir lokanta var. Gittiğinizde, kapıdaki karşılama merasimi, garsonların tavrı, servisin güleryüzü ve çalışanların insanüstü dinamizmi ile size öyle davranıyorlar ki, kendinizi Brunei Sultanı sanıyorsunuz. Ama yemekler üçüncü sınıf burada. Mekan sıkıcı, lokasyon, "Ümraniye kırsalı"nın göbeğinde zaten. Gelen insanlar ise abartılı bir üslupla ağırlanmaktan son derece memnun. Koço'da ise lokasyon muhteşem gerçekten, İstanbul'un en güzel koyuna tünemiş, diğer bir en güzel koyuna bakıyor; tarihçesi ise size önünüzü ilikletecek cinsten. Ama servis çok kötü, yemekler vasat. Fakat müşteriler baktıkları bu manzaradan memnun. Zaten yeterince rakı içince diğer her şey unutuluyor galiba.
"Ey Türk Haklı! Silkin ve kendine gel!
Beğenilerini ve beklentilerini biraz olsun yükselt! Vasatlıktan kop biraz." diye bağırmak istiyorum. Ama yapamıyorum.
Herkese iyi (eğer böyle bir şey mümkünse) bayramlar dileyerek yazımı burada noktalıyorum.
Sağlıcakla...
Moda Park Lokantası
Moda Caddesi No: 171 KADIKÖY / İSTANBUL
TEL : 0216 336 07 95 fAX: 0216 337 70 44